Üç yıl önce kanlı Danıştay saldırısında öldürülen Yargıç Mustafa Yücel Özbilgin için, 17 Mayıs’ta Danıştay’da bir tören düzenlendi.
Törene, Özbilgin’in ailesi, yüksek yargı kurumlarının temsilcileri ile Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok da katıldı.
Danıştay 5. Daire Başkanı Salih Er’in törende yaptığı konuşma çok ses getirdi.
İşte o konuşma:
"Sayın Başkanlarım,
Sayın Başsavcılarım,
Sevgili meslektaşlarım,
Değerli konuklar...
Türban konusunda aldığı kararla, şeriatçı basının baş hedefi durumuna gelen Danıştay İkinci Dairesi’ne, 17 Mayıs günü yapılan silahlı saldırı, hepimizi derin bir acı ve kedere boğdu.
Yaşamını yitiren değerli üyemiz Mustafa Yücel Özbilgin ve saldırıya uğrayan Mustafa Birden, Kamuran Erbuğa, Ayfer Özdemir, Ayla Gönenç ve Ahmet Çobanoğlu ile beraber, o gün aynı binaya girdik. Danıştay ailesi yeni bir güne başlıyordu.
Cumhuriyetin yargıçları, birbirlerine günaydın deyip yerlerini aldılar. Çaylarını içiyorlardı, belki siz de gördünüz. Dosyaları tartışıyor, karar veriyorlardı; belki siz de gördünüz. Saatlerin 09.51’i gösterdiği anda, karanlık bir adam, Devletin egemenlik alanında, kurşunlarını hak ve adalete, hukukun üstünlüğüne sıkmaya başladı.
Mustafa’lar oradaydı; Kamuran, Ayfer, Ayla, Ahmet oradaydı.
Ayrılık, Mustafa'nın masanın üzerinde dirseğini dayadığı yerdeydi.
Sizler orada yoktunuz, ben de yoktum. Danıştay saldırıya uğramıştı. Ve Mustafa'nın gözleri, dumanlı dağ gölleri gibi kapandı ağır ağır.
Danıştay 141 yıllık bir kuruluş. Dile kolay, 141 yıl!
Bir kurumun 141 yıl yaşayabilmesi, toplumun gereksinimlerini karşılamasıyla olanaklı. Size Danıştay’ı tanıtmama gerek yok, siz zaten onu tanıyorsunuz. Temel hak ve özgürlüklerin korunması, savunma hakk, hak arama özgürlüğü, sosyal güvenlik hakları, memur güvencesi, eşitlik konularında verdiği kararlarla tanıyorsunuz. Hukukun üstünlüğü inancının yerleşmesindeki, hukuk devletinin gelişip güçlendirilmesindeki çabaları ve katkıları sonucu toplumda kazandığı saygınlığı ile tanıyorsunuz. Anayasa’nın ikinci maddesinde anlatımını bulunan Cumhuriyetin niteliklerine sahip çıkmadaki kararllıığı ile tanıyorsunuz.
‘Neden Danıştay?’ sorusuna yanıt arıyorsanız, yanıtı yukarıda belirttiğim çerçevenin içinde saklıdır.
Türkiye'de türban sorunu yokken, bu konuyu kaşıya kaşıya günümüze taşıyanlar, bu saldırı karşısında bugün de düşünmelidirler.
Düşünerek ya da düşünmeden edilen sözlerin, kurulan tümcelerin sonunun nereye vardığını görerek, bir kez daha düşünmelidirler.
Yargı mensupları yerine ulemayı koyanlar, onlara danışarak hareket edenler, bulundukları makamın ağırlığını, sorumluluğunu duymaktan uzak olanlar, bugün yeniden düşünmelidirler.
Öte yandan, katilin geçmişi, söylemleri üzerinden sonuca varmayı yeterli görenler, bilgi kirliliği ve yönlendirmeler karşısında düşünce pencerelerini biraz daha aralamalıdırlar.
Mustafa'nın yitirilişi bizlere büyük bir acı verirken, diğer yandan hukukçuların kenetlenmesini sağladı. Bu duygu seli öncesi pek önemsenmeyen birlik ve beraberliğin yeniden tanımlanmasına ışık tuttu. Bu cinayeti her koşulda kınayan hukukçuların, artık tek derdi var: Karanlık noktaların aydınlatılması ve adaletin sağlanması.
Bizler, adalet ve hakkaniyet dağıtan yönetsel yargı çalışanlarıyız. Cumhuriyetin yargıçları ve savcılarıyız. En yüce değerlerimiz arasında yer alan adalet duygusu, vazgeçilmezlerimizin önündedir. Toplumda sarsılan adalet duygusunun, siyasal emeller doğrultusunda, korku salınarak yönlendirilmek, eritilmek istenen adalet duygusunun, mutlak gerçek yerini alacağına ben inanıyorum. Sizler de inanın. Şimdi gidip göreceğiz ki, Mustafa hepimizden çok inanıyor.
Dün bir düş gördüm
Ülkemin Başbakanı, Danıştay'a sahip çıkıyor, türban kararından sonra, “Bunlar bu gidişle evin içine de karışacaklar”, “Efendi, bu senin işin değil, Diyanetin işi.” “Yasamada, yürütmede bazı adımları atarız ama yargıdaki adımı bizim atmamız mümkün değil. Açık konuşuyorum, Danıştay'da birçok engelle karşı karşıyayız” diyenleri, hukukun üstünlüğünü tanımaya çağırıyordu.
Ülkemin Başbakanı, yargı kararlarına saygı duymayı herkesin içine sindirmesi gerektiğini söylüyor, “saldırganlığa zemin hazırlamamak için Başbakan nasıl konuşmalı”nın dersini veriyordu.
Ülkemin savcıları, insan onuruna sahip çıkıyorlar, soruşturmaların gizliliği konusunda büyük duyarlılık gösteriyorlardı. Sabahın erken saatlerinde evlerin arandığı, anlatımların yandaş basına aktarıldığı, Devlete yıllarca hizmet etmiş kişilerin gözaltına alınma sürecinde örselenmiş ruhların bırakıldığı, ceplerinde kalbi kırık ömürler ve tansiyon hapıyla dolaşmaların yaratıldığı dönemleri kınıyorlardı.
Geleceğin Türkiye’si soruşturmasının savcısı, insan onurunu güvence altına alan bütün kuralların, insan hakları kapsamında olduğunun dersini veriyordu.
Dün bir düş gördüm
Namusun, yalnızca kadınlarda bulunması gereken bir değer olmadığı; kadınlarımızın, genç kızlarımızın töre cinayetlerine kurban gitmediği; Güldünya’nın, Şemse’nin, nicelerinin adının soğuk mezar taşlarına yazılmadığı, pervasız esintili sabahlarda çocukların örselenmediği;
Irk, renk, etnik köken, uyruk, din, cinsiyet ya da cinsel yönelim ayrımının olmadığı; etnik ve kimlik baskısının yapılmadığı;
Yaşı bir gecede büyütülüp idam edilen gençlerin bulunmadığı, “asmayalım da besleyelim mi” diyenlerin devlet büyüğü muamelesi görmediği;
Borsanın, doların, silah, ilaç sanayinin, emperyal güçlerin egemen olmadığı;
Özelleştirme adı altında rant transferlerinin yapılmadığı, Cumhuriyetin özellikle son yıllarda elden çıkarılan kazanımlarının gerçek sahiplerine, halka döndürüldüğü;
Korku tünelinden özgürlüğün aydınlığına çıkan, sorunlarını demokratik parlamenter rejim içinde çözen, hukukun üstünlüğüne inanan bir Türkiye gördüm.
Bu düş Obama’nın düşü değil, bizim düşümüz. Ulaşmak uzun soluklu olsa da, bu düşün gerçekleşeceğine ben inanıyorum. Biliyorum ki, sizler de inanıyorsunuz.
Şimdi, bu inancımızı bir kez daha paylaşmak üzere Anıtkabir’e, Mustafa Kemal'e gidelim.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder