31.03.2009

Gündem



Toplumsal Duyarlılık

Yer: Konya Ticaret Odası...

Tarih: 31 Mart 2009

Engelli Hakları, Yasalar, Uygulamalar ve Toplumsal Duyarlılık Paneli

Bu fotoğraf sözkonusu Panele davet olunan engelli vatandaşların salona girişlerini gösteriyor.

Gündem

Hafiz



" Even after all this time
the sun never says
to the earth,
"you owe me."
Look what happens
to a love like that,
it lights up the whole
sky. " - Hafiz



Quoted from: My Blog

How To Work Better

looking down

kedicik

Quoted from: Новые работы фотохудожника Michal Karcz (58 фото - 15.64Mb) » 2photo.ru - Фотоблоги интересных людей

Yaratıcılık

quoted from: http://etrafta.com/2009/03/30/bulgur-king/

30.03.2009

Hayat Var

“Aşk olmayan yerde, elin nereye değse yara oluyor. Hayat Var’ın en büyük meselesi aşksızlık, sevgisizlik... Aşksızlık kelimesini kullanmayı daha çok seviyorum”.* Reha Erdem

Boğaz’da demirleyen tankerlere her türlü illegal hizmeti veren babası ve astım hastası yatalak dedesi ile İstanbul Boğazı’na açılan bir dere ağzında, küçük bir kulübede yaşayan 13 yaşındaki Hayat’ın acı, şiddet ve tecavüzle sonlanan tacizlerle dolu bir hayatı vardır.

Annesiyse, babası askerdeyken kaçtığı polisle evlenip bir erkek çocuk doğurmuştur. Kendi yuvasında hiç görmediği şefkatin nasıl bir şey olduğunu, işte annesinin ikinci kocasının üvey kardeşine gösterdiği şefkatten öğrenir Hayat. Bu yüzden, hayalinde üvey kardeşini derenin karanlık sularına düşürür.

Küçük kızın travmatik ve dramatik yaşamını, sadece gerçek bir sanatçının elinden çıkabilecek kadar mükemmel bir işleyişle bize sunuyor Reha Erdem.

Yatalak dedesine sigara aldığı bakkal, 13 yaşında, sahipsiz bir kıza tecavüz edecek kadar haysiyetsizdir. Hayat’a ettiği tecavüzü, yüzüstü toprağa uzanmış kızın bacaklarından sızan incecik kandan anlayabiliyoruz sadece.

Bu noktada olumsuz bir eleştiri, komşu Nigar teyzenin, “Ben tecavüze uğradığımda senden 3 yaş küçüktüm” sözü sanki filmin büyülü sinematografik atmosferine, bazen sadece bir el işareti, omuz silkmesi gibi sözsüz, bazense kısa cümlelerden oluşan son derece çarpıcı, kısa diyaloglarına uymayan, ters gelen bir söz gibi geldi. “Ben sadece on yaşındaydım” gibi, kısa bir cümle bizi sanki daha çok çarpardı.

Hayat’ın, geliştirmiş olduğu zaman zaman hırıltıya dönüşen mırıltılara benzer dili ve etrafıyla bu dille iletişim kurma çabaları senaryonun ilgi çekici yanlarından biri. Yönetmenin Altyazı dergisindeki söyleşisinden, Alman ZDF kanalı temsilcilerinin Hayat’ı yaralı bir hayvana benzettiklerini öğreniyoruz.

Filmin görüntü yönetmeni Florent Herry şöyle diyor “Bu filmin diğer filmlerden en büyük farkı Reha’nın müzik kullanmak istemeyişiydi. Bu hikayeyi anlatmak için gereken şiirsel yanı Elit’le bulacağımızı biliyorduk. Reha bu filmde Hayat’ın iç sesini göstermek istedi. Tüm mırıldanmalar çekimlerden sonra eklendi filme”.

Filmde, salt seks olarak değerlendirilebilecek, mekanik olarak yaşanan, duygudan yoksun bir seksi görüyoruz. “Seni seviyorum”u ise sadece mekanik bir sesle, bir oyuncaktan duyarız. Bu sevginin rengi, kırmızı renkte bir ayıcıktır. Filmin en acıtıcı anlarında, anlamsız bir şarkı söyler titreyerek ve "I love you" der. Hayat ayıcığı dereye atarak, adını bilmediğimiz, ama İstanbul’lu olmadığını öğrendiğimiz arkadaşıyla huzura kaçar. İstanbul Boğazına açılırlar. Hayat artık mırıltılarla konuşmaya çalışmaz, kocaman bir gülümseme vardır yüzünde ve umut kocaman yüreğinde.

Kişilerin maruz kalınan şiddeti, birşekilde hep biryerlere yansıttığını görmüşüzdür. İşyerinde, sokakta, kahvede ezilen, kaderin tokatını yiyen baba evde karısını döver, anneyse çocuğundan çıkarır bunun acısını. Çocuksa okulda, mahallede kendinden küçük çocukları iter kakar. Filmde de, itilen, kakılan Hayat’ın kendisine uygulanan şiddeti, evlerinin arka bahçesindeki hindiye yansıttığını görürüz. Onu sevmez, ondan nefret eder, tekmeler, kırmızı ayıcığı ona fırlatır.

Hayat Var’da bizlere olağanüstü bir görsellik sunan Reha Erdem’in en çarpıcı sahneleri olarak, dede, torun ve babanın filmde aynı karede yer aldığı tek sahne ve dede, torun ve kedinin bir kazandibini aynı anda paylaşmasını gösteren sahneyi rahatlıkla verebilirim.

Kulübesinin önünde, sohbet ettiği babasının iş arkadaşı fahişenin “Ne kadar güzelsin, yakında elimizdeki işleri alırsın kız” şeklinde seslendiği Hayat’ın önündeki yolu bizlere göstermesi bizi şaşırtmıyor aslında. Hayat’ı, böyle bir hayatı bekleyeceğine olan katışıksız inancımız, bizlerin bu sistemin ne kadar da çürümüş olduğunu kolayca kabullendiğini göstermesi açısından aslında çok üzücü ve bir o kadar da düşündürücü. Küçük kızın, o fahişenin hediye ettiği ruju dudaklarına her sürüşünde bu gerçek bir kez daha yüzümüze çarpılıyor. Hayat, ruju sadece son sahnede, İstanbul’lu olmadığını bildiğimiz arkadaşıyla boğaza açıldığında yüzünü boyamak için kullanır.

Hayat Var’da, Hayat’ın maruz kaldığı tacizlerin, şiddetin ve tecavüzün küçücük kırıntıları bile koltuğunuzda sağa, sola dönmenize yol açacak, sizi rahatsız edecek, içinizi acıtacak. Sinemanın sadece para verip rahatlayacağınız, boş vaktinizi dolduracağınız sosyal bir faaliyetten ibaret olmadığını şiddetle ortaya koyan başarılı filmlerden biri Hayat Var.

Son söz, bir yaşam tarzı olarak 70 ve 80’ler hatta, 90’ların Türkiye’sine damgasını vurmuş arabesk müzik tekrar karşımıza çıkıyor bu filmle. Orhan Gencebay’ın Dert Bende’sini, Mine Koşan’dan dinleyerek çıkıyoruz salondan. Hayat’ın arkadaşını beklediği bir sahnede ise duvarda “Müslüm Baba” yazısını görüyoruz belli belirsiz.

2009’a damgasını vuracak Hayat Var’da, hayat var…

Mutlaka izleyin.

İlgili bağlantılar:

http://www.altyazi.net/mart09/reha_erdem.html

http://www.bakiniz.com/wp-content/uploads/2008/12/hayat-var-reha-erdem-poster.jpg

Bakınız : “Reha Erdem’in gözü Florent Herry”

http://www.bakiniz.com/florent-herry/

Pazartesi

29.03.2009

Hayat Var


Bugün Reha Erdem'in beşinci filmi Hayat Var'ı izledik.

Film hakkındaki detaylı düşüncelerimi daha sonra yazacağım, ama ilk planda şunu söyleyebilirim. Muhteşemdi...


KATILDIĞI FESTIVALLER VE ALDIĞI ÖDÜLLER
Antalya Film Festivali - Ulusal Yarışma (Ekim 2008)SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) Özel Ödülü
59. Berlin Uluslararası Film Festivali (5-15 Şubat 2009) Tagesspiegel Gazetesi Okurları Jürisi Özel Ödülü
Jameson Dublin Uluslararası Film Festivali (Şubat 2009)

KATILACAĞI FESTIVALLER
14. Türkiye / Almanya Nürnberg Film Festivali (Şubat 2009)
7. Berlin Türk Filmleri Haftası (Şubat-Mart 2009)
Boston Türk Film Festivali Uluslararası Eskişehir Film Festivali (Mart 2009)
28.Istanbul Uluslararası Film Festival (Nisan 2009)
Singapur Uluslararası Film Festivali (Nisan 2009)

İlgili bağlantılar: http://www.hayatvar.com.tr/

27.03.2009

Avrupa'nın en çok sigara içen ülkesi

Avrupa'nın en çok sigara içen ülkesi

AB’nin araştırma kuruluşu Eurobarometre, birliğin en çok sigara içilen ülkesini belirledi.

BRÜKSEL - AB’nin araştırma kuruluşu Eurobarometre, üye ülkelerde sigara içme alışkanlıklarını araştırdığı çalışmasının sonuçlarını açıkladı.

Sonuçlara göre, her 10 AB vatandaşından 3’ü sigara içiyor. Katılımcıların yarısı ise hayatında hiç sigara içmediğini söylüyor.

AB üyesi 27 ülke ve Norveç’te 26 bin 500 kişi ile görüşülürek yapılan araştırmaya göre, Avrupa’da en çok sigara içilen ülke Yunanistan. Yunanların yüzde 42’si sigara içiyor.

En çok sigara içilen ülkeler sıralamasında Yunanistan’ın ardından, yüzde 39 ile Bulgaristan ve yüzde 37 ile Letonya geliyor.

Halklarının yüzde 36’sı sigara içen Romanya, Macaristan, Litvanya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya listenin dördüncü sırasında geliyor.

AB'LİLER KAMUYA AÇIK YERLERDE SİGARAYA KARŞI
Araştırmaya katılan her beş kişiden biri, işyerinde başkalarının sigara dumanına maruz kaldığını söylüyor. Yunanistan’da ise her 10 kişiden 6’sı başkasının sigara dumanına maruz kaldığını ve bu dumanı engelleme konusunda hiçbir düzenleme yapılmadığını söylüyor. İsveç, İngiltere ve Finlandiya gibi ülkelerde ise bu oran 10 kişide 1’e kadar düşüyor.

AB vatandaşlarının ezici bir çoğunluğu ise kamuya açık yerlerde sigara içilmesine karşı. Ankete katılanların yüzde 84’ü retoranlarda, yüzde 79’u ise işyerlerinde sigara içilmemesini destekliyor. Katılımcıların üçte ikisi bar ve kulüplerde de sigara içilmemesinden yana.

Sigara yasağına en çok destek verenler ise İtalyan İsveçliler.

AB’nin araştırmasında Türkiye ile ilgili veriler yer almıyor, ancak Dünya Sağlık Örgütü’nün 2008’de yayımladığı bir rapora göre Türkiye dünya üzerinde en çok sigara içilen on ülkeden biri.

Arslan Emlak / Bir Emlak Markası

"6+1 ÜÇ BANYOLU JAGUZİLİ BARBÜKÜLÜ AÇIK TERASLI MANZARALI UTRA LÜXK"

"3+1 FULL YAPILI SOKULLU CADDE ÜZERİNDE ÇETİN EMECE YAKIN İÇİNDE KİRACI VAR 550 YTL 120 M2 NET KULLANIM ALANIVAR DEYERİNİN ALTINDA GÖRÜLMEYE DEYER"

"ARSLANDAN 6+1 CUKURHAMPARDA

6+1 SIFIR ÜÇ BANYOLU JAGUZİLİ JÖMİNELİ SOYUNMA ODALI ODALI AÇIK TERASLI BARBEKÜLÜ 18M2 ÖZEL DEPOLU UTRA LÜXK GÖRÜLMEYE DEYER"

"4+1 SIFIR İKİ MUTVAKLI TERASLI VADİ MANZARALI ÜÇ BANYOLU JAGUZİLİ"

"ARSLAN'dan 6+1 SAUNALI ULTRALÜX DUPLEX"

"SEKİSİNCİKATDA MANZARALI KİLERLİ JAGUZİLİ ÇANKAYA YEŞİL VADİ BİLOKLARI SİTENİN İÇERİSİNDE YÜZME AVUZU ÇOÇUK PARKI TENİS VE BASKET BOL SAsı vardır"

"ARSLANDAN 6+1 HARİKA DUPLESK"

"ÇANKIRI ÇERKEŞ İLCESİNDE ÇERKEŞİN MERKEZİNDE İKİ KATLI MÜSTAKİL EV BAHŞELİ BAHŞESİNDE HER TÜRLÜ MEYVA ACI VARDIR EVİN İKİ KATIDA ÇİFT BANYOLU 120 M2 NET KULLANIM ALANI VARDIR DEYERİNİN ALTIN DA GÖRÜLMEYE DEYER ACİL SATILIKDIR"
"İN GOP.KADER STREET 4+1 UNIGUE DÜBLEX
IN GAZİOSMANPŞA,KADER STREET 4+1 TERRACE AND DÜBLEX.THE FLAT HAS GOT 6 CAMERA AND THEY CONTROL THE HOUSE FULL DAY,AND SECURİTY STAYED THERE ALL DAY.CLOSED GARAGE,LÜX,AND ASANSOR MAY USED AND READY NOW.THE FLAT IS NEARER TO ARJANTİN STREET AND TUNALI HİLMİ .IT IS THE MOST UNIGUE FLAT YOU HAVE EVER SEEN IN ANKARA TURKEY.IT HAS GOT A WONDERFUL CITY SCENICALLY.THE FLAT IS VERY NEARER TO AMERICAN EMBASSY,ENGLAND EMBASSY AND THE OTHER FOREIGN EMBASSY.WE ADVICE YOU THIS FLAT JUST BECAUSE IT MEETS ALL YOUR NEEDS. TELEPHONE NUMBER :XXX NAME:CANSUN GEDİK"

http://www.hurriyetemlak.com/real_estate/company/index.php?user_id=5438


ARSLAN EMLAK MÜŞAVİRLİĞİ TİCARETHENESİ.
MİSYONUMUZ
ARSLAN EMLAK UZMAN ve DİNAMİK EKİBİ İLE MÜŞTERİLERİNE EN İYİ İŞ PERFORMANSINI SUNAN,SİSTEMİNİ SÜREKLİ GELİŞTİREN,GELİŞMELERİ İZLEYEN DEĞİL BİRFİİL İÇİNDE OLAN,GÜVENİLİR,SAYGIN ve TERCİH EDİLEN BİR KURULUŞ OLMAK TEMEL VİZYONUMUZDUR.ÇALIŞANLAR ve MÜŞTERİLER İLE KARŞILIKLI SAYGI,İTİBAR VE DÜRÜSTLÜK İSE SIRTIMIZI DAYADIĞIMIZ İLKELERİMİZDİR.ÇALIŞANLARIMIZLA AYNI HEDEFE DOĞRU,BERABERCE YÜRÜMEK İSTİYORUZ.ARSLAN EMLAK MÜŞAVİRLİĞİ TİC.LTD.ŞTİ OLARAK "TİCARETTE MÜKEMMELLİK" MİSYONUNU BENİMSEMİŞTİR.MÜŞTERİ MEMNUNİYETİ SONUÇ:KALİTE MÜKEMMELLİĞİ BENİMSENMİŞTİR.

http://www.hurriyetemlak.com/real_estate/company/index.php?user_id=5438&page=about

Teknik Servise Gelen Kopartan Bilgisayar Arıza Bildirimleri (noktasına, virgülüne dokunmadan aşağıda)

Top 5

1. bigisayarda pesfördümü giremiyorum teşekkürler.

2. Bilgisayarımın yazıları çok küçüldü düzeltirmisiniz.

3. Günaydın, Bilgisayarım açıldığından beri kesilmeyen bir cızırtı sesi çıkarıyor, düzeltebilirseniz sevinirim.

4. Bilgisayarımdan kulakları rahatsız edici gürültülü bir ses gelmektedir. Acilen ilgilenilmesi ricasıyla.

5. Bilgisayar şifreyi kabul etmiyor.

ve diğerleri

- bilgisayarım kullanamayacağım sıklıkta kilitleniyor.

- Printır arızası.

- Mouse ve klavyem çalışmadığından bilgisayarımı açamıyorum.

- Bilgisayarım açılmıyor, şifre kabul etmiyor.

-Internet Explorer masa üstünden kayboldu ve Bilgisayarım çok yavaş çalışıyor.

- outlook kullanamıyorum. masaüstümde yok.

- Masa üstünde açılan sayfalar sıralı olarak göstermiyor, üst üste gösteriyor. Hangi sayfaların açıldığı görülemiyor. Bu konuda yardımcı olabilirseniz sevinirim teşekkürler.

-Keyboard'da enter'a her basışımda "x" işareti çıkıyor.

- diğer bilgisayarlarda açılan net sayfaları benimkinde açılmıyor, görüntülü sayfalar oluyor bunlar genelde. program eksikliği var sanırım. görevim açısından ulaşmam gereken sayfalara dahi ulaşamıyorum.

-Bilgisayarımda language bar çubuğu ortalara geldi, onu en sağa alabilir misiniz? sayfa açamıyorum üst üste biniyor açtığım sayfalar teşekkürler.

-Bilgisayar çok yavaş, bir işlem yapmak saatler sürüyor. Galiba virüs bulaşmış, hergün daha da yavaşlıyor. Teşekkür ederim

-acilen mause değiştirilmesi gerekmektedir. teşekür ederim.

-İnternet kablosunun giriş tarafı kırıldı, bağlantı gerçekleşmiyor. Yardımcı olursanız sevinirim.

- Monitör arızası: monitörde renkler sararıyor ve ekranda kararma oluyor. Sonra kendiliğinden düzelmekle birlikte, bu sorun sıklıkla tekrarlıyor.

Koltuk Değneği Sihirbazı / The Crutch Master

Bill Shannon suffers from a Bilateral Hip Deformity as a result of a disease called Legg Calve Perthes. But that doesn't keep him from dancing better than most people. What an inspirational guy...

http://www.break.com/index/bill_shannon_crutch.html

http://tr.truveo.com/Crutch-Master-Bill-Shannon-In-Croydon-2/id/3811356010

26.03.2009

How Much Water Do You Use?

As we become more and more aware that we may be using water at an unsustainable pace, the idea of water footprints—the amount of water an individual uses—is becoming more common. Water footprints can be hard to calculate, depending on how far up the chain of production you go, since everything you eat and buy used some water to produce (to feed cows for beef, for example, or to use in the factory that made your cell phone). With our latest Transparency, we give you some examples of how much water is used in some of your daily activities, so that you can begin calculate your footprint and try to reduce your gallons.

To help put things in perspective, think about this: your standard trash barrel holds 32 gallons and a mid-sized passenger car—if pumped full of water—has room for a little more than 800 gallons. So, the difference in the amount of water it takes to produce a pound of chicken and a pound of beef is enough to fill almost two whole cars.

A collaboration between GOOD and Fogelson-Lubliner.

SOURCES: Department of Energy; H2OConserve; IEEE Spectrum; The Water Footprint Network

Quoted from: http://www.good.is/?p=16356

water can be a killer

http://www.good.is/?p=16450

sometimes getting wet means getting dirty

http://www.good.is/?p=16564

Who's Going Where?

Interactive Explanations about the Blue Whale

25.03.2009

"Oldest woman in the world" about to turn 130

Officials in Kazakhstan claim to have have a found the world's oldest person - a woman who will this week celebrate her 130th birthday

If their records are correct, Sakhan Dosova is 16 years older than the oldest known human currently living.

The mother of ten, whose birth date is said to be March 27 1879, attributes her longevity to staying away from sweets, and the doctor. However, she is a fan of cheese and yoghurt, and says her sense of humour has kept her young at heart.

Her record-breaking and remarkable age came to light during a census in Karaganda in northern Kazakhstan. Demographers were astonished to find that she was also on Stalin's first census of the region in 1926 when her age was given as 47.

However, her fame did not extend far beyond the far flung city until the census, although some officials have raised doubts about her claims.

"I don't have any special secret," she said. "I've never taken pills and if I was ill, I used granny's remedies to cure me.

"I have never eaten sweets, I don't like them. But I love kurt (a salty dried cottage cheese) and talkan (ground wheat)."

Gaukhar Kanieva, 42, her grand-daughter, said: "She is a very cheerful woman. We think laughter and her good mood helped her live so long."

Nailya Dosayeva, head of social and demographical department of Karaganga regional statistics bureau, said there is no doubt that her claim is authentic.

"Sakhan Dosova was found during our census held in February and March. She has an old passport and documents which are genuine, and based on these we can judge her age as being correct."

If Sakhan's year of birth is accurate, it means she was born when Queen Victoria still had 22 more years to rule in Britain and Benjamin Disraeli was prime minister.

It was the year that Stalin and Einstein were born, the Anglo-Zulu war started, and Sir Arthur Conan Doyle published his first story.

The year 1879 also saw Edison present his new invention - the light bulb - while the ill-fated last tsar of Russia was just 11 years old.




Edison'ın ampülü icat ettiği yıl olan 1879'da dünyaya geldi. Müthiş kadın hala turp gibi. 27 Mart'ta doğum gününü kutlamaya hazırlanıyor.

Dünyanın en yaşlısının Kazakistan'da yaşayan 130 yaşındaki bir kadın olduğu iddia edildi.

Daily Telegraph'ın internet sitesinde verilen habere göre, Kazakistan'daki yetkililer, yapılan nüfus sayımında ülkenin kuzeyinde, 1879 doğumlu Sahan Dosova adında bir kadının yaşadığını tespit ettiklerini söylediler.

STALİN DÖNEMİNDE YAPILAN SAYIMDA DA VARDI

Demograflar, yaşlı kadının eski Sovyetler Birliği liderlerinden Josef Stalin'in bölgede 1926'da yaptığı ilk sayımda da yer aldığını gördüklerinde hayrete düştüler.

UZUN YAŞMIN SIRRI: PEYNİR, SÜT VE NEŞE

Sahan Dosova'nın, kayıtlara geçmiş halen hayatta olan en yaşlı insandan 16 yaş daha büyük olduğu belirtildi. 10 çocuk annesi kadın, uzun yaşamasını, tatlıdan uzak durmasına, çok peynir ve yoğurt yemesine ve neşeli olmasına bağlıyor.

HİÇ İLAÇ KULLANMAMIŞ

Bununla birlikte, uzun ömrünün özel bir sırrı olmadığını belirten yaşlı kadın, hiçbir zaman ilaç kullanmadığını, hasta olduğunda büyükannesinin tedavi yöntemlerini uyguladığını anlattı.

İYİ RUH HALİ EN ÖNEMLİ FAKTÖR

Kadının 42 yaşındaki torunu Gavhar Kanieva da büyükninesinin neşeli bir kadın olduğunu belirterek, bu iyi ruh halinin kendisinin uzun yaşamasında rolü bulunduğuna inandığını söyledi. Dosova'nın doğduğu yıl Edison ampülünü icat etmişti.



quoted from: http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/asia/kazakhstan/5046448/Oldest-woman-in-the-world-about-to-turn-130.html

Del Bosque Kebap

Para infiltrarse en las líneas turcas

Vicente del Bosque se disfraza de Don Döner...

Türk hatlarına sızmak için

Vicente del Bosque, kendini Bay Döner olarak gizliyor...

Quoted from: http://www.eljueves.es/2009/03/25/vicente_del_bosque_disfraza_don_doner.html

Apartment Therapy

Quoted from: {this is glamorous}

23.03.2009

Yağmuru Kimse Durduramaz

Olasılıkla adını duymuş olduğumuz, yerini de belli belirsiz kestirebildiğimiz bir ülkedir: ANGOLA!

Güneybatı Afrika’da yaklaşık beşyüzyıl yıl Portekiz sömürgesi olmuş hem “zengin” hem de “yoksul” bir Güneybatı Afrika ülkesi. Petrol ve elmas kaynaklarıyla yoksulluğun adının bile olmaması gereken bir ülkeden söz ediyoruz. Yoksul nitelemesi şu an için bir gerçek olsa da yazgı olmamalı. Ama, dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi Angola’da da varlığın gönence dönüşmesinde bir sorun var!

Bugünlerde Papa’yı konuk etmesi ile gündeme gelen Angola bağımsızlık savaşımına 1960’ta girişmiş. Bu savaşım 1975’te başarıya ulaşmış. Başka birçok sömürgede olduğu gibi Angola’da da “bağımsızlık” sorunların boyut değiştirmesine eşdeğer bir durumu simgelemiş. Bir yandan yetişmiş insan kaynaklarının bağımsızlık ile birlikte ülkeden hızla ayrılması ve diğer yandan da yenilmiş sömürgecinin savaşı bir başka şekilde sürdürme isteği kara yazgılı bu Afrika ülkesinin bir türlü dirlik ve düzene kavuşamamasının başlıca nedeni olmuş. Dış güçlere karşı verilen savaşın başarıya ulaşmasını izleyerek iç savaşla tanışmış Angola. Ülke yönetimine gelen ve bağımsızlıktan sonraki ilk başkan olan MPLA önderi Antonyo Agostino Neto, batı destekli ayrılıkçı UNITA önderi Savimbi’yi karşısında bulmuş bu kez.

Bir başka deyişle ülkeden ayrılan sömürgeci kendi yerine bu kez oranın yerlilerini bırakmış!

Papa’nın Angola’ya gelişine ilişkin haberlerin arasında çok da dikkate çekmeyen bir başkası Angola ile ilgili fikir verebilir: “Son üç ayda başkent Luanda’da 83 çocuk kuduz nedeniyle yaşamını yitirmiş!”

Angola’ya ilişkin bilgileri özetlemekte yarar var. Kişi başına düşen ulusal gelir 290 $ ve bu düzeyiyle dünya ülkeleri arasındaki yeri 166.lık! Yaşam beklentisi ortalama 45 yıl ve bu alanda dünyadaki yeri 176.lık! Okur-yazarlık oranı ise % 40 ve bu ölçüte göre yeri biraz daha dibe yaklaşmakta: 183.lük! Her 1000 bebekten 128’inin yitirildiği ülke bu bakımdan dünyada 189. Sırada. İnsani gelişmişlik göstergesinde ise 161. sırada.

Angola’da dünyaya merhaba diyen çocukların üçte biri 5 yaşını göremiyor!“Angola’ya bu ilgi neden?” sorusuna yanıt vermek isterim!Okuduğum bir kitap bu ilginin ana kaynağıdır!(*) “Yağmuru Kimse Durduramaz” (Ulus Dağı Yayınları, Karin Moorhouse, Wei Cheng)Kitaba adını veren dizeyi de içeren Neto’nun şiirini anımsamakta yarar var:

Burada hapiste
öfke göğsümde büyüyor
sabırla bekliyorum
toplanmalarını
tarihin yeliyle savrulan bulutların
yağmuru kimse durduramaz.

Kitabı dilimize Hüseyin CAN, Halil TUĞLU ve Mustafa YILDIRIM kazandırmış. Mustafa YILDIRIM aynı zamanda araştırmacı kimliğiyle yakından tanıdığımız bir yurtsever yazar!

Kitap, meslekdaşım da olan Çinli hekim Wei ve Avustralyalı eşi Karin’in Angola deneyimlerinin derlemesi olarak da nitelenebilir.

Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü (STDÖ) üyesi olan Dr. Wei Hong Kong’taki işini bir yana bırakıp Angola’da kendisine gereksinim duyan insanlara yönelir. Eşi ile birlikte Angola’nın iç savaştan fazlaca etkilenen ve ülkenin taşrası olarak da adlandırılabilecek Kuito kentinde sekiz ay geçirir. İkibinli yılların hemen başına denk düşen bu zaman dilimi “uygar dünya”dan tam da bir kopuşu simgeliyor. Olanaksızlıkların, güçlüklerin ve çoğu zaman da umutsuzlukların öne çıktığı bir ortamda ateşli silah ve mayın yaralanmaları cerrah Wei’nin başlıca uğraş alanını oluşturur! Sayısız kol-bacak kesme işlemi üçüncü binyılın başında önde gelen tedavi yöntemidir onun için.

Şaşıranlar için eklemekte yarar var! Ateşli silah ve mayın yaralanması geçiren hastalarının Wei’ye erişmesi için haftalar geçtiği bile olmaktadır. Bu durumda kol-bacak keserek yaşam kurtarmak da başlı başına bir başarıdır. Bu arada ilginç bir sayıyı da paylaşmakta yarar var. Onbeş milyondan az insanın yaşadığı Angola topraklarında önemli çoğunluğu Batı üretimi on milyonu aşkın kara mayını yerleştirilmiş durumdadır!

Bunca güçlüğün arasında, Angola’nın bu yöresinde yiyeceğe erişmek ve dolayısı ile bırakın sağlıklı olmasını bir yana karnını doyurabilmek bile bir sorundur. İnsanlara yeterince olamasa da beslenme olanakları yaratabilmek de Dr. Wei ve eşi Karin’in ilgi alanı olmak durumunda kalmıştır bunca işin arasında!

Kitabın adını Angola’nın bağımsızlıktan sonraki ilk başkanı olan Agostino Neto’nun dizeleri vermiş: “Yağmuru Kimse Durduramaz” Kitabın çevirmenlerinden Mustafa YILDIRIM bu adın önüne “elbette” sözcüğünü eklemiş…Çin’li meslekdaşım Wei’yi dünyanın bu karayazgılı Afrika ülkesindeki olağanüstü çabalarını anlattığı kitabı yoluyla tanımış oldum. Ama, inanıyorum ki; bu kitap yalnızca ben ve benim gibi hekimlerin değil insanım diyen herkesin ilgi alanında olacaktır.

Söyleyenler ve ardından soranlar çıkacaktır! Bunca derdimizin arasında dünyanın bize bunca uzak köşesindeki sorunlar neden önceliğimiz olsun diye! Kıssadan hisse çıkartalım!Angola’da, Irak’ta, Küba’da ya da bugün olduğu gibi ülkemizde sömürgecinin etkinlikleri bitip tükenmek bilmeyen bir enerjiyle sürüyor! Ama, duruma ve koşullara göre sömürgecilik de farklı yöntemler ve aygıtlar kullanıyor. Irak’ta çekinmeksizin kullandığı top-tüfek Türkiye’de geçerli olmuyor. Ya da Angola’da olduğu gibi destek olduğu işbirlikçi öne çıkıyor.

Buna bağlı olarak diyorum ki; bu kitap bir yandan özverili kişilikleri anlatırken diğer yandan da sömürgecinin kahrolası yüzünü göstermesi bakımındanda öğretici ve belleticidir!

Edinmenizi ve okumanızı öneririm!
Ceyhun BALCI, 22.03.2009

Mutlaka İzleyin! Don't Miss!

http://www.zeitgeistmovie.com/

Nuclear Explosions Since 1945

20.03.2009

"Nazım'ın Küba Seyahati" Belgeseli

Bugün Nazım Hikmet’in pek bilinmeyen 1961 yılında gerçekleştirdiği Küba Seyahati’ni anlatan ve 20. Ankara Film Festivali çerçevesinde gösterilen belgeseli seyrettim.
Nazım'ın Küba Seyahati (El Viaje de Nazım a Cuba)

Nâzım Hikmet Kültür Merkezi (NHKM) ve Küba Sinema Sanatı ve Endüstrisi Enstitüsü (Instituto Cubano del Arte e Industria Cinematográficos, ICAIC) ortak olarak çekilen belgeselin benim açımdan en büyük sürprizi daha önce hiç duymadığım “Havana Röportajı” adlı şiirini, Nâzım’ın kendi sesinden dinlemek oldu.

Nazım'ın 1961 yılında Havana’da başlayıp, Moskova’da bitirdiği “Havana Röportajı”nın tam metnini bulabilirsem sizlerle de paylaşacağım mutlaka.

Bu arada, belgeseli görme imkanı bulabilirseniz mutlaka vakit ayırın derim.

Size bu arada, Türkiye-Küba ilişkileri hakkında minik bir Küba testi sunuyorum: (alıntı Ahmet Turhan AltınerTestus - Milliyet)

1 İstanbul’da Esenyurt’ta büstü bulunan, daha 16 yaşındayken sömürge hapishanelerine karşı çıkmış Küba ulusal kahramanı ve şair kimdir?
a. Ernesto Che Guevara
b. Fidel Castro Ruz
c. Jose Marti
d. Camilo Cienfuegos

2 Küba devrimini gerçekleştiren lider Fidel Castro, 1959’da kimi alaşağı edip iktidara gelmişti?
a. J.F. Kennedy
b. Fulgencio Batista
c. Augusto Pinochet
d. Manuel Noriega
3 Fidel Castro, 1996 yılında Türkiye’yi ziyareti sırasında basına verdiği mülakatlarda Atatürk hakkında “Devrimci Kemal Atatürk bizim esin kaynağımız oldu. 1919’da Anadolu’dan emperyalistleri atmak için Bandırma gemisiyle Samsun’a çıktı. Büyük bir zafer kazandı. Biz de tam 40 yıl sonra, ülkemizden faşistleri kovmak için ....... gemisiyle Havana’ya çıktık. Biz de zaferle kucaklaştık. Atatürk’e ve devrimlerine hayranım” demişti. Peki, ....... olarak bıraktığım geminin adı neydi?
a. Santa Maria
b. Victoria
c. Grandma
d. Maine
4 Fidel Castro “Ben de devrim gerçekleştirdim ama Atatürk’ün yaptıklarını yapamazdım” demiş ve bunu nasıl örneklemişti?
a. Türkler sağdan sola yazarken Harf Devrimi ile tam tersi yönde yazmaya başladı
b. Kıyafet Devrimi ve...
c. Medeni Kanun ile kadınlara getirilen statü çok önemliydi
d. Hepsi
5 Yeni Atatürk büstünün altında İspanyolca “Paz en el pais paz en el mundo” yazıyor. Ne demek?
a. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir
b. Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri
c. Bütün ümidim gençliktedir
d. Yurtta sulh cihanda sulh
6 Fidel Castro’nun 1996’da İstanbul’a gelerek konuşma yaptığı Habitat II Konferansı’nın hedefleri neydi?
a. Herkese yeterli konut
b. Sürdürülebilir yerleşimler
c. Mahalleden başlayarak sivil toplum kuruluşlarının desteklenmesi
d. Hepsi
7 Atatürk’ün Havana’nın Boyeros beldesinde 2003’te dikilmiş bir büstü daha bulunuyor. O parkta bir Türk’ün daha büstü var. Bir şaire ait. “Havana Röportajı” şiirinin yazarı bu şairimiz aşağıdakilerden hangisi?
a. Can Yücel
b. Ece Ayhan
c. Nâzım Hikmet Ran
d. Yahya Kemal Beyatlı
8 Nâzım Hikmet 1961’de ölümünden iki yıl önce Havana’ya niçin gitmişti?
a. Rumba, mambo, paçanga yapan sosyalistleri görmek için
b. Dünya Barış Konseyi dönem başkanı olarak Fidel Castro’ya barış ödülü vermek üzere
c. Devrimci şair Jose Marti heykelinin açılışına davetli olarak
d. Hepsi veya hiçbiri
9 Müzik tutkunu Havana’da bir parka adı verilmiş ve içine de heykeli dikilmiş, “Imagine” şarkısıyla Küba’da çok ünlü müzisyen kimdir?
a. Victor Jara
b. Edith Piaf
c. John Lennon
d. Julian Conrado

Yanıtlar: 1) c, 2) b, 3) c, 4) d, 5) d, 6) d, 7) c, 8) b, 9) c.
İlgili bağlantılar:

www.naziminkubaseyahati.net

http://www.nazimhikmetkulturmerkezi.org/

19.03.2009

Scenes from the recession

Unused newspaper racks clutter a storage yard in San Francisco, California on Friday, March 13, 2009. (AP Photo/Noah Berger)

Quoted from: Scenes from the recession - The Big Picture - Boston.com

17.03.2009

"The War On Democracy" ve Son Mektup

"No hay nada tan poderoso como la idea cuya época ha llegado"

"There is nothing so powerful as an idea whose time has come"

"Zamanı gelmiş bir fikir kadar güçlü bir şey yoktur"

Victor Hugo

John Pilger’ın yazıp, yönetip ve sunduğu “The War on Democracy”i, 12 Eylül 1980 darbesinin ardından idam edilen Ramazan Yukarıgöz’ün idamından önce ailesine yazdığı son mektubunun, 26 yıl sonra annesine teslim edildiği haberlerini okuduğumuz şu günlerde seyrettim.

2008 yapımı “War on Democracy”de ABD'nin, Latin Amerika'da “demokrasi” adına insan haklarını ihlal etmesi, demokrasiyle işbaşına gelmiş halktan gelen liderleri darbelerle devirmesi anlatılırken, John Pilger eski CIA şeflerini yüz yüze röportajlarıyla yerin dibine sokmuş.

İlgili bağlantılar:

http://www.johnpilger.com

http://www.imdb.com/title/tt1029172/

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=218499

:)

Sahte Seçmen Tespiti

SAHTE SEÇMEN TESPİTİ için

http://www.sahtesecmen.net/

Ankara'nın tüm ilçeleri sisteme yüklenmiştir...

kitap kurtları için ideal

Arno

Beauty And The Beast

15.03.2009

Man on Wire (Teldeki Adam)


Fransız ip cambazı Philippe Petit ip üzerindeki başarılarına bir yenisini eklemek ister. Yeni yapılan İkiz Kulelerin arasına ip gererek üzerinde yürümeyi kafasına koyar.

Fakat bunu illegal olarak gerçekleştirmek zorundadır. 1974 yılında sevgilisi ve arkadaşlarının desteği ile bu hayalini gerçekleştirir. Artık o bir kahraman ve medyatik suçludur.
Tüm zamanların en sanatsal suçunu ve Philippe Petit fenomenini anlatan müthiş bir belgesel. 2008′in en iyi filmleri arasında.

2009 !f İstanbul 'un açılış filmi olan (Teldeki Adam) bu hafta seyredilecek filmlerim arasında ilk sırada...

"Ne kadar gençmişler, ne kadar yakışıklı ve güzelmişler! Değişik ülkelerden (Fransa, ABD, Avustralya, vs.) ve kökenlerden gelen bu bir avuç insanı 1970'lerin başlarında birleştiren, 'çetenin lideri' sayılabilecek olan Philippe Petit'nin büyük tutkusu olmuş: İp cambazlığı. Ama öyle mahalledeki bir arsaya gerilmiş bir ip değil (ki aslında öyle başlamış olmalı!). Ama en ünlü yapıların tepesine, akıl almaz yüksekliklere ve nefes kesen mesafelere gerilmiş teller üzerinde dolaşmak... Paris'in Notre Dame kilisesindeki bir gösterinin ardından Philippe, New York'ta Manhattan'a dikilen İkiz Kuleler'in farkına varıyor. Proje aşamasından beri onu tahrik eden kuleler açılınca, Philippe'in saplantısı gelişiyor: İki kule arasına gerilecek bir ipin üzerinde NY göklerinde dolaşmak... Tüm ekip toparlanıyor ve Manhattan'a yerleşip tam sekiz ay çare arıyor, kafa patlatıyor, plan yapıyorlar. Philippe Petit, her tutkulu insan gibi bu düşünü elbette gerçekleştirecektir. Tümüyle gerçek olan bir olayı Petit'nin kaleminden anlatan bir kitaptan uyarlanmış olan bu film, bu yılki Oscar dahil çeşitli ödüller almış bir belgesel. Tüm ödüllerini hak ediyor ve bu türe onur kazandırıyor. Yönetmen Marsh hikâyeyi çok sevmiş, kitabı adeta yutmuş, belli. Gerçek kahramanların döneminde çekilmiş belgesel görüntüleriyle bugünkü olgun hallerini ustalıkla harman ediyor, öyküye bambaşka bir şiirsellik katıyor. Ve her şeyin ötesinde, birkaç nokta öne çıkıyor. Öncelikle insanoğlunun ne kadar farklı ve zengin yeteneklere sahip olabileceği ve bunların ne denli özgün tutkulara yol açabileceği... Sonra, bir şeye böylesine tutkuyla bağlanmanın başarıyı nasıl getireceği... Ve de hele genç çağlarda, ne olursa olsun bir ideal, bir amaç, bir hedef uğruna bir araya gelip mücadele etmenin güzelliği... Filmde İkiz Kuleler'in 2001'de yaşadığı faciaya da değiniliyor. Sahi, o kuleleri yıkan El Kaideciler de kuşkusuz bu filmdekine benzer uzun bir hazırlık yaptılar. Ama ideal arkadaşları ne derse desin, onlar tarihe korkunç bir kitlesel kıyımın gözü dönmüş teröristleri, binlerce kişinin kanıyla elleri kirlenmiş katilleri olarak geçtiler. Hangi çaba ve hangi tutku savunmaya değer gözüküyor?" A. Dorsay

Happy-Go-Lucky


Bugün, daha önce Vera Drake'ini seyrettiğim Mike Leigh'in Happy-Go-Lucky'sini seyrettim.

Happy-Go-Lucky'i, Kızılay Büyülü Fener'de 21 Mart'ta 21:30 seansında seyredebilirsiniz.

Bittiği zaman yüzünüzde bir gülümseme bırakacak, sanki duru bir gölde, usulca kürek çekiyormuşsunuz gibi hissettirecek sıcak bir İngiliz filmi.


Tavsiye olunur...

Filmin Aldığı Ödüller: 2008 Berlin UFF; Gümüş Ayı (En İyi Kadın Oyuncu) • 2008 İngiliz Bağımsız Film Ödülleri; En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu • 2008 Hollywood FF; Hollywood En İyi Çıkış Ödülü • 2008 Los Angeles Film Eleştirmenleri Birliği Ödülleri; En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Senaryo • 2008 New York Film Eleştirmenleri Birliği Ödülleri; En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Yönetmen • 2008 Norveç UFF; En Eğlenceli Film • 2008 Pula FF; En İyi Yabancı Yönetmen

13.03.2009

Yaşlılar Haftası Kutlu Olsun


1948

27 Mart 1948 tarihli 7 Gün Mecmuası’ndan.

Dergi magazin açısından 60 yılda çok birşey değişmediğini gösteriyor.

Resmin daha büyük tamamı için üstüne klik klik…

meyve

Nostalji forever

açlık

Tokyo Metrosu

Tokyo Metrosu yönetimi, metroda uyulması gereken adab-ı muaşeret kurallarını edepli bir biçimde, kimseyi incitmeden bildirmek için her ay güncellenen posterler yaptırıyormuş.

Her posterde aynı adamın saygızlığa kurban gitmesi ise ilginç. Acaba bu adam Tokyo’luların öz-tasvir ortalamasının bir tezahürü müdür? O kadar nötr gözüküyor ki, sanki Amerikan filminde sonradan seri katil çıkacağı belli, Kevin Spaceyvari bir münzevi antikahraman. Gözlerini gizlediği camların ardından sessizce etrafını izliyor.

The tooth fairy!

four components

Goethe says, 'Everything a human being wants can be divided into four components: love, adventure, power and fame.'

Clinton