Kaan’ın “Hayat ve Anlamı” başlıklı aşağıdaki yazısını okumuşsunuzdur.
“Hüzünlü bir başlangıç yaptırdın bana, ama olsun” dedi bir arkadaşım, “klübe hoş geldin” diye cevap verdim. “Daha az çalışmak daha çok yaşamak lazım” diye ekledi, “İlkini ne kadar minimize edebilirsek, ikincisini o kadar çok maksimize edebiliyoruz ancak” dedim yine cevaben. “Doğru işi atlarsan/kaçırırsan bunun fazlaca bir önemi yok da, hayatı kaçırıp/ıskalayınca olmuyor tabii” dedi. Haklıydı, hayatı kesinlikle, geriye saramıyoruz maalesef.
Bakın, adını vermeyeceğim bir Fransız vatandaşı ne yapmış.
"x isimli Fransız vatandaşı, x Büyükelçiliğimize ilettiği bir mektupta, eşiyle birlikte sıkça Türkiye'yi ziyaret ettiğini, bu çerçevede Antalya ve Denizli illerindeki yeniden ağaçlandırma projeleriyle yakından ilgilendiklerini ve bu projeye katkıda bulunduklarını, bununla birlikte Şubat 2010 tarihinde bölgeye gerçekleştirdikleri son ziyaret sırasında tırtıl kozalarının çam ağaçlarını istila ettiğini gözlemlediklerini, bu konuda hızlı bir müdahale yapılmaması halinde yeniden ağaçlandırma çabalarının heba olacağını, bu hususu dikkatimize getirmeyi görev bildiğini ifade etmiştir"
Bu Fransız vatandaşının, bu davranışını takdir etmeyen var mıdır içimizde?
Bu davranışını yukarıdaki satırlardan okuduktan sonra ilk aklınıza ne geldi acaba? “Biz ve onlar” mı dediniz, yoksa “bir Fransız bunlarla uğraşırken biz nelerle uğraşıyoruz” diye mi aklınızdan geçirdiniz? “Bir Türk olsaydı aynı şeyi yapar mıydı” diye düşündünüz.
Tam da tüm bu düşünceler aklınızda köşe kapmaca oynarken, aşağıdaki satırları okumaya devam edin bakalım.
“Zengin ve fakir ülkeler arasındaki fark ülkelerin yaşı değildir.
Mesela, Hindistan ve Mısır gibi ülkelerin iki bin yıldan fazla geçmişi vardır ve fakirdirler.
Öbür taraftan, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi 150 sene önce isimleri bilinmeyen ülkeler kalkınmış ve zengin ülkelerdir.
Zengin ülke fakir ülke arasındaki farkı, doğal kaynakların var olup olmaması da yaratmaz!
Japonya.. Ufacık bir adaya sıkışmış, %80 arazisi tarıma ve hayvancılığa uygun olmayan bir ülkedir ama aynı zamanda dünyanın ikinci büyük ekonomisidir.
Ülke dev bir bir yüzer fabrika gibidir, bütün dünyadan ham madde ithal eder, sonra da bütün dünyaya bitmiş ürün ihraç eder.
Diğer bir örnek, Kakao yetiştiremeyen ancak dünyanın en kaliteli çikolatasını üreten İsviçre dir. 4 ay da sürse de kısa yaz döneminde toprağı da ekerler, hayvancılık da yaparlar. Bu yetersizlikte bile ürettikleri süt ürünleri en iyi kalitededir. Bu ufak ülke yansıttığı güvenli, düzenli ve çalışkan ülke imajı sayesinde dünyanın para kasası olmayı da başarmıştır.
Zengin ve fakir ülkelerin yöneticilerini birbirleriyle karşılaştırdığınızda aralarında önemli bir fark bulamazsınız.
Irk ve deri rengi de önemli değildir. Kendi ülkelerinde tembel olarak tanınan işçiler aslında zengin Avrupa ülkelerinin arkasındaki ana üretici güçtür.
Peki....
O zaman aradaki fark nereden gelmektedir?
Fark ; uzun yıllardır kültür ve eğitim ile içlerine işlenen değişik bakış açısıdır.
Zengin ve kalkınmış ülke insanlarının davranışlarını incelediğimizde, büyük bir çoğunluğun şu prensiplere kalben inandığını görürüz
1. Temel ahlaki kurallar
2. Dürüstlük
3. Sorumluluk
4. Kanun ve kurallara saygı
5. Başkalarının hakkına saygı
6. Çalışkanlık
7. Tasarruf ve yatırıma inanç
8. İrade
9. Dakiklik
Geri kalmış, az gelişmiş ülkelerde nüfusun çok küçük bir azınlığı bu prensiplere inanmaktadır.
Biz, doğal kaynaklarımız olmadığı için veya doğa bize karşı zalim davrandığı için fakir değiliz.
Biz, doğru bakış açısına sahip olmadığımız için fakiriz.
Zengin ve kalkınmış ülkeleri o noktaya getiren işlevsel prensiplere uymak ve bunları çocuklarımıza öğretmek azmimiz olmadığı için hala fakiriz.
Bu saptamaya hak verdiniz sizler de değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder