1.03.2012
Hayatımız porno!
Toplumun pornografiyi gerçek anlamda fark etmesi, kendi hayatının adam akıllı pornografik bir hayata dönüşmesinden sonra oldu.
Son bir yıl içinde Gülben Ergen'in kasedi, Sibel Kekilli'nin pornosu derken, 'pornografi' sözcüğü hiç olmadığı kadar gündelik kelime haznemizin bir parçası oldu. Bunlar, hep pornografinin sadece cinsellik boyutunu akla getirdi. Oysa ki porno, sadece kadının cinselliğini öne çıkarmıyor, aynı zamanda uluslurarası ilişkilerden tutun da televizyon programlarına kadar bütün hayatımızı kaplıyor. Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Ünsal Oskay, iki lokma ekmek ve bir işe girmek için insanın insan karşısındaki teslimiyetini kabullenmesinin pornonun ta kendisi olduğunu söylüyor.
Son haftalarda Duvara Karşı filminin oyuncularından Sibel Kekilli nedeniyle sürekli porno ve pornografi gibi şeylerden söz eder olduk. Bu ilginin nedeni ne?
Porno bizde de, tarih boyunca var olan bir şey. Ama biz hep sorunlarımızı tarihsel boyutundan soyutlayıp, dünün, bugünün sorunu gibi algılarız. Böylece, bir tür magazinleşme de yapmış oluruz. Kekilli'den, Gülben Ergen'den önce bu pornografi sözcüğünün gündelik hayatımıza girmesi Haftasonu, Erkekçe, Kadınca ve Playboy gibi dergilerle oldu. Ancak pornografi kavramının gerçek anlamda fark edilmesi Bülent Ersoy'la başladı.
Neden Zeki Müren değil de Bülent Ersoy?
Toplumun yaşadığı sorunlar, çok eskiden beri devam etse de, toplum böyle kavramları ancak toplumun bütününü sarsmaya başladığında fark ediyor. Bülent Ersoy'dan önce, kimliğini hayatının sonuna kadar saklamak zorunda kalmış bir Zeki Müren vardı. Onunla fazla ilgilenmedik. Yeşilçam filmlerindeki kadınca hareketlerini hissetsek de abartmadık çünkü o sırada, henüz bizi çok rahatsız etmeyen bir toplumsal değişme yaşanıyordu. Bunu da, istisnai bir olay gibi gördük ya da görmezlikten geldik. Herkesin dünyasının alt üst olmaya başladığı bir dönemden geçmemiz, Ersoy'a karşı çok daha hırçın bir biçimde davranmamızı gerektirdi. Daha sonraları, biz de bu hayat içinde pasifleşip, bizim de cinsel kimliğimiz bulanıklaştıkça, Ersoy'la anlaşmaya başladık. Toplumun pornografiyi gerçek anlamda fark etmesi, kendi hayatının adam akıllı pornografik bir hayata dönüşmesinden sonra oldu.
'Pornografik bir hayat'la neyi kastediyorsunuz?
Pornonun kriterleri, tek yanlılık, dominasyon ilişkisi ve alt konumdaki insanın dilediği gibi yaşayamaması. Cinsel ilişkide erkek hakimiyeti söz konusu. Cinselliğin yaşanması, başlama zamanı, biçimi, süresi erkeğe göre belirleniyor. Porno buradan geliyor. Pornodaki ilişki biçimi, televizyon programlarından tutun da uluslararası ilişkilere varana kadar bütün bir hayatımızı kaplıyor aslında. Irak'taki insanların nereden ve hangi baskıyla hayatlarının alt üst olduğunu bakarsanız, "İnsan tarihi, insanın insan tarafından becerilmesinin tarihidir" diyen Foucault haklı. 1700'lerden günümüze doğru gelişmiş ülkelerin öncülüğündeki bankacılık, sermaye birikimi, teknik gelişmeler, dünya pazarlarına erişme, gemicilik, haritacılık ve istihbarata bakın, bu ülkelerin hayatlarının basbayağı pornografik ilişkilerle örülü olduğunu göreceksiniz.
Peki kamusal otoriteden bizlere kadar, kişilerin özel yaşamına, mahremiyetine yönelik saldırının, ihlâllerin bahsettiğiniz anlamda pornografiyle bağlantısı olabilir mi?
Tabii. İnsan insan karşısında küçük düşürülüyor; üstün durumda olan kişi altındakileri, para ya da ün kazanmak için, normalde yapmaması gereken işleri yapmaya zorluyor. Yarışma programlarında görüyoruz; gencecik insan ağlıyor, hiçbir umudu kalmadığını söylüyor, annesiyle beraber Maraş'tan gelmiş, Edirne'deki elemelere katılmaya çalışıyor. İnsanın insan karşısındaki teslimiyetini, iki lokma ekmek ve bir işe girmek için kabullenmesi pornonun ta kendisi. Bütün bu ilişkilere bakarsak, cinsellik çok arka planda gibi gözüküyor ama hayat bir bütündür. Mahremiyete saldıran, kamusal otoriteler olabilir, sosyal ilişkisi ve parasal gücü bakımından üstteki kesimler olabilir. Bunların hepsi insanın bir başkasına teslim olmasını getirir. Bu teslim olma alışkanlığının yarattığı kültürel ortam ve zihniyet zaten cinselliği de bulanık bir hale getiriyor. Bir erkek düşünün. Kendisinden hoşnutsuzluğu artıyor. Ondan daha üstün konumdaki insanlara karşı teslimiyetçi bir zihniyeti benimsemeye mecbur kalıyor. Böyle olunca cinsellikteki davranışları da tıpkı kendisine yönelen şiddeti, kendi içindeki şiddet arayışını, daha alttaki hemcinslerine ya da karşı cinse karşı yönlendirme şeklinde ortaya çıkıyor. En yakın hedef de sevgilisi, karısı oluyor.
İnsanın kendine ve diğerlerine karşı duyduğu nefretin, kendinden hoşnutsuzluğunun, kısacası insanın kendini her yönden kuşatan dünya karşısındaki yalnızlığının yarattığı korkunun, porno merakına etkisi var mı?
İnsanın bu kadar hastalıklı bir hâl almasının nedeni, başkaları karşısında kendini koruma, onların payını kapma, yükselme, yırtıcılaşma içgüdüsü. Kendine duyduğu nefret, başkalarına duyduğu güvensizlik, hüsûmet, tüm bunlar biriktiğinde insan, kendi hayatını bütünüyle kuşatan dünya karşısında yalnızlaştığını hissediyor. Yalnızlaşmadan daha büyük bir korku nedeni yoktur. Etrafımızda bize dostluk besleyecek insanlar kalmadığında, yalnızlık korkumuz çoğalır. İnsan kendi sesini duymamaya başladığında da, korkusu iyice artar. Bugünün modern toplumundaki insanlar, kendi seslerini duymaktan uzaklaştırılmış durumda. Kendi sesimizi televizyonlarda duyabiliyor muyuz, kitle basınında, magazinlerde duyabiliyor muyuz? Hayır. Bunlar, sistemin söylememiz gerektiğine bizi inandırmak istediği yabancılaşmış sözler. Hiçkimse işsizliğinden, gelirinin yetersizliğinden, mutsuzluğundan söz edemiyor. Zaman zaman söz ediyorsa, bunların nedenlerini kurcalayacak, düşünecek bilgilenmeden uzak tutulduğu için, kimisi "Yahudiler" diyor, öbürü "İslam radikalizmi" diyor; öbürü "Amerika" diyor, öbürü eskiden "Sovyetler" diyordu. Zamanla bunlar değişiyor. Değişmeyen tek bir şey var, insan olarak hepimizin diğer insanlar karşısında duyduğumuz korku. Onlara sevgi duyamamamız. Onlara sevgi duyamadığımız için, onların da bize sevgi duymadığını hissediyoruz. Yalnızlık duygusu, insanın kapılıp gittiği, nedenini kurcalamaktan alıkonduğu ama içinde kendi sesiymiş gibi tekrarlanan sesler. Biz filmlerden, dizilerden konuşuyoruz. Kendi sesimiz çoktan kayboldu. Korkunun büyüklüğü buradan geliyor. Kendi sesimizi bulabileceğimiz yer artık dağıtılmış, dumura uğratılmış meslek örgütleri, sendikalar falan değil. Eski Yunan klasikleri, Sofokles, Çin bilgeleri, Walter Benjamin'in yazıları, böyle gidiyor... Bunlar da, hepimizin hayatından gitgide uzaklaştırılıyor. Onun için, kendi acımızı biraz yoğunlaşmış biçimde hissettikçe, dönüp bakmamız gereken bunlar. Ama medyadaki bazı arkadaşlarımız "Gene mi Walter Benjamin. Hoca konuştukça, yalnız doğduğuma değil, doğduktan sonra intihar etmeyişime hayıflanıyorum" diyor. Bunlar, seslerini çoktan yitirmiş olanlar. Gülben Ergen'i bilemem ama Kekilli'nin yaptığı son film, hayatımızın porno bir hayat olduğunu gösterdiği için, Kekilli çoktan hepimizin önünde iffetini kazanmış bir insan.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder