27.07.2011

Yıldönümü

Dile kolay, bugün tam otuz beş sene oldu başlayalı mesleğe, pamuklu kumaştan yapılmış bir takım elbisenin itinayla temizlenebileceği yegâne yerdir dükkânım, adına aldanmayın, aslında ıslak temizliktir yaptığım. İşimi çok severim, ama emekli oluyorum yakında. Müşterileriminse henüz haberi yok bundan. Müşteri dediysem, çoğu arkadaştan ötedir benim için. Bıktığım veya yorulduğum söylenemez, ama artık tat vermiyor mesleğim, emeğinin karşılığını alamıyor insan eskisi gibi. Eskiden öyle miydi! Cumartesi, Pazar dinlemez, gündüzler yetmez, gece yarılarına kadar çalışır, didinir, iyi de kazanırdım. İşin maliyeti arttı, kimyasal maddesiymiş, makinenim bakımıymış derken, ay sonunda aldığım verdiğime bir bakıyorum, elime üç-beş kuruş kalmış. Boğaz tokluğuna derler ya işte tam da öyle!

Dedim ya bıkmadım çalışmaktan. Üstelik işimden zevk alırım ben. Pantolon ve ceket ütülemek hoşuma gider, ama gömlek ütülemeyi pek sevmem. Kumaş ince olduğundan çizgileri tam ayarlamak zor oluyor, bir de çok vakit alıyor. Zaten gömlek çok az gelir bana. Ekseriyetle takım elbise, etek ve pantolon temizler, ütülerim. Bir de gelinlik ütülemek çok hoşuma gider. Astarını, eteklerini, kollarını, velhasıl tüm parçalarını tek tek özenle ütülerim. Yaptığım bir şeye benzemez önce, ama işin sonunda, gelinliği şöyle bir silkeleyip, astım mı, karşısına geçip seyretmekten alamam kendimi.

Gelinlik dedim de, aklıma ne geldi! Benim dükkanda pek öyle ilginç şeyler olmaz. Bilirsiniz işte, kiminin gömleği, kravatı lekelenir, kiminin pantolonu çamurlanır, getirirler. Temizler, ütüler teslim ederim. Gelinlikler de öyle aslında. Taze gelinler, balayı sonrası getirirler gelinliklerini genellikle.

Anlatacağımsa çok başka bir şey. Birgün yaşlı, güleryüzlü bir teyze elinde gelinlikle geldi dükkanıma. “Güzel bir temizle ve ütüle. Pazartesi alırım. Muhakkak yetişsin” diyerek, gelinliğini bana bıraktı. Gelinlik dediysem, şimdikilere hiç benzemeyen, pek gösterişli, düğmeleri sedeften, Fransız dantelli enfes bir şey. İtinayla temizledim önce gelinliği. Sonra özene bezene, acelesiz ütüledim ve dükkânın en güzel yerine astım bu şık gelinliği. Gözümü alamıyordum gelinlikten. Hani neredeyse, teyze birkaç gün geç gelsin de doya doya seyredeyim diyeceğim, öyle şahane bir şey yani.

Pazartesi günü çıktı geldi teyze. Kapının hemen sağındaki gelinliği önce farkedemedi teyze, dükkana girer girmez telaşla sordu, “Hazır mı gelinlik?”. “Hazır olmaz mı? Bak ne kadar güzel oldu teyzecim!”. Gelinliği görünce onun da hoşuna gitti. Ücretini ödeyerek, ayrıldı dükkândan.

Üzerinden üç yıl mı dört yıl mı geçti bilmem, bir gün teyze gelinlikle geldi dükkânıma. Gelinliği torbadan çıkarınca tanıyabildim teyzeyi. “Bir güzel temizleyip, ütüleyiver evladım. Haftaya Çarşamba istiyorum ona göre” diyerek uzattı gelinliği. Dayanamadım, “Teyzecim, gelinliği daha önce de temizlemiştim. Bu kez kimi evlendiriyorsun” diye soruverdim. Önce bir an durdu, hafif bir tebessümle başladı anlatmaya, “Evladım, amcanla 1934’te evlenmiştik. Gelinlik benim. Zamanın ünlü terzilerinden, İstanbul’dan Osman Usta dikti gelinliğimi. Bu yıl 60. yılımızı kutlayacaktık. Yıldönümlerimizde en sevdiği yemekleri yapar, masayı bir güzel donatırdım. Gelinliğimi giyer, baş başa yer, dans ederdik. Amcan bayılırdı buna. Geçen hafta kaybettik Rafet’i”.

Ankara
Şubat 2005
Caner Can


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder